Her şey, dışarıda aradıklarımın aslında içimde olduğunu fark ettiğim anda başladı.
Hani bir insan musibet yaşar da, aslında elindekilerin kıymetini o zaman anlar ya… Benim hikâyem de tam olarak öyle başladı. İstanbul’un göz alıcı gece hayatında, ünlülerin parıltılı dünyasında çalışırken; dışarıdan hayranlıkla bakılan o hayatların gerçek yüzünü gördüm. Ve anladım: Aradığım bu değilmiş.
O an, Emre’nin yeniden doğumuydu.
Önce yanıp kül olmam gerekecekti ve ancak o küllerin içinden bir yolculuk başlayacaktı…
Balat’ta yaşıyordum ve gerçekten bir arayış içerisindeydim. Türkiye’nin birçok bölgesinde kırsal kalkınma projeleri başlatmış, köy halkıyla omuz omuza çalışmıştık… O yıllar köylerde verdiğim emeklerin bir gün hayatımın tam ortasına düşeceğini hiç tahmin etmemiştim.
Bu uyanış ile birlikte gerçek zenginliğin aslında içimde, özümde olduğunu fark ettim.
Bir gün “Kersen nedir?” diye internette arattım. Karşıma şu tanım çıktı: “Hamur yoğurmaya yarayan ahşap tekneye ‘Kersen’ denir.”
O an anladım… Bu benim seçimim değil, görevimmiş.
Balat’ta yaşıyordum ve gerçekten bir arayış içerisindeydim. Türkiye’nin birçok bölgesinde kırsal kalkınma projeleri başlatmış, köy halkıyla omuz omuza çalışmıştık… O yıllar köylerde verdiğim emeklerin bir gün hayatımın tam ortasına düşeceğini hiç tahmin etmemiştim.
Bu uyanış ile birlikte gerçek zenginliğin aslında içimde, özümde olduğunu fark ettim.
Bir gün “Kersen nedir?” diye internette arattım. Karşıma şu tanım çıktı: “Hamur yoğurmaya yarayan ahşap tekneye ‘Kersen’ denir.”
O an anladım… Bu benim seçimim değil, görevimmiş.
İşte Kersendüz ismi ve markası böyle doğdu.
Köylerden başlattığımız kırsal kalkınma hareketinde, köylerin en öz değerinin hep ekmek olduğunu fark ettik. Anneden kıza ekşi maya ve “Kersen” miras bırakılırdı. Biz bu mirası her köyde tekrar ortaya çıkarmaya çalıştık. Çünkü eskiden her evde yapılan ekmek, o evin bereketiydi. Biz o ekmeği yapmayı bıraktığımız gün, bereketimizi de kaybettik. Tüm mücadelemiz o günde bugünde aynı bereketimizi tekrar geriye kazanmak…
Fakat biz arkamızı döndüğümüzde, o ekmeklerin içine fabrikasyon maya karıştırılıyordu. Artık maalesef köylerde bile öz değerlerimizi, hız ve konfor uğruna bozmuştuk…
Bize hep soruyorlar: “Bu işe nasıl başladınız?” Ben de diyorum ki: Biz bu işi seçmedik, bu iş bizi seçti.
Düzce’de bir projenin devamı sırasında belediye başkanı görevden alınmıştı. Aynı günlerde, anneanneme Alzheimer teşhisi kondu. Annem, annesine bakmak ya da bakmamak arasında bir seçim yapacaktı. Ve o günkü o seçim…
Bizi bugüne getirdi. Allah, o seçim sonrasında bize Kersendüz’ü nasip etti.
Anneannemin ineklerini bağladığı ahırı, biz atölyeye dönüştürerek başladık. Anneannem, 15 Şubat 2018’de vefat ettiği gün, atölyemizin tadilatı da bitmişti. Tüm yatırım, kardeşimin KYK bursu ile yapıldı. Atölyenin önüne bir kerpiç fırın yaptık. O fırına karda kışta odun taşıdık. Hatta o odunu taşımak için önce kesmemiz gereken günleri asla unutmadım, unutmayacağım. Hiçbir şey kolay olmadı.
2020 yılında İstanbul’dayken, hızlı bir hayatın içinde bir seçim yapmam gerekiyordu. Hep deriz ya: “Hayat, seçimlerden ibarettir.”
Ben o gün Düzce’ye dönmeye karar verdim. Ve evimi boşaltırken pandemi patlak verdi. Resmen pandemiden hemen önce yaptığım seçim, görünmez bir el gibi beni Düzce’ye getirmişti.
Yine hiçbir sermaye olmadan…
Dedemin yaptığı, atıl durumdaki binayı; annemin babasından kalan bahçeyi, arabasını satarak küçük bir sermayeyle işe koyulduk.
Yedi ay süren tadilat boyunca, her bir iş için en az 5 kişi ya da firmayla görüşerek yaptırdığım. Her köşesinde alın terim olan işletmeyi, titizlikle ve en uygun şekilde inşa etmeye çabaladım ve bir şekilde başardım. Fakat bunu başarmak daha yolun başıydı öyle ki, dükkânın klozetini bile alacak param kalmamıştı. İkinci elini bulmak için Zonguldak’a, 5 saat yol giderek başladım işe.
İşe başlarken ne ekmek üretmişliğim vardı, ne de bu konuda bir fikrim…
Yine hiçbir sermaye olmadan…
Dedemin yaptığı, atıl durumdaki binayı; annemin babasından kalan bahçeyi, arabasını satarak küçük bir sermayeyle işe koyulduk.
Yedi ay süren tadilat boyunca, her bir iş için en az 5 kişi ya da firmayla görüşerek yaptırdığım. Her köşesinde alın terim olan işletmeyi, titizlikle ve en uygun şekilde inşa etmeye çabaladım ve bir şekilde başardım. Fakat bunu başarmak daha yolun başıydı öyle ki, dükkânın klozetini bile alacak param kalmamıştı. İkinci elini bulmak için Zonguldak’a, 5 saat yol giderek başladım işe.
İşe başlarken ne ekmek üretmişliğim vardı, ne de bu konuda bir fikrim…
“Annem üretim yapar, ben ofis işlerine bakarım” diye düşünüyordum. Ekmek, ilk kez o gün beni yere çarptı… Ve o günden beri, beni hem yoğuruyor hem pişiriyor. İşe başladığımızda annemle tartıştık, işletmeden ayrıldı ve bir süre gelmedi.
İşte o gün, Türkiye’nin ekmeğinin temellerini atmaya başladım.
Nasıl bir bina yapılırken kum, çimento ve su karılırsa; ben de her malzemeyi, bölgesinden bizzat getirerek başladım. Siyez buğdayı için Kastamonu yollarına düştüm. Buğdayı oradan getirdim, Ereğli’de bir köyde soydurdum, tekrar Düzce’ye getirdim, değirmende öğüttüm ve ilk ekmeği yaptım. Siyez buğdayı ile ilgili belgesel çekimlerimi yaptım. Ekmeğin içerisinde enerjisi yükseltilmiş su kullandım. Dilim aralığı için Türkiye’de tek olan makineyi buldum, kullandım.
Ve bunun gibi onlarca Ar-Ge ve İnovasyon yaptım…
O günden beri, çiftçiliği, değirmenciliği ve ekmekçiliği bir arada yürüttüm. Ve o gün ödediğim tüm bedeller, bugün ilmek ilmek dokunan Kersendüz ekmeğini oluşturdu. Bugün milyonlarca insana bir şekilde dokunan; kimileri tarafından hiç tadılmadan linç edilen, kimileri tarafından hayatını değiştiren bir ekmeğe dönüştü.
Ben hep söylüyorum:
Biz sadece ekmek üretmiyoruz. Biz bir değer üretiyoruz.
Ekmeğe hak ettiği değeri geri kazandırıyoruz.
Bugün bu satırları yazmak kolay… Ama o günleri yaşarken, insan o kadar çok vazgeçmenin eşiğine geliyor ki…
Belki de bu satırları yazarken bile o kadar çok gözyaşı, ter ve yalnızlık var ki… Çünkü, milyonlarcası israf edilen bir şeyden bahsediyorum. Yüz yıldır yanlışta olsa alışkanlığa dönüşmüş zararlı bir davranıştan… Ve aslında kutsal saydığımız ama hak ettiği değerin çok altına indirdiğimiz bir şeyden…
Ben, hayatını ekmeğe adamış biriyim.
Türkiye’nin ekmeğine adanmış bir hayat bu… Ve bu yolun kolay olmadığını, olmayacağını da biliyorum. Bu yola asla para için çıkmadım. Eğer çıksaydım, çoktan bırakmıştım.
Maliyetinin altında sattığımız, sadece insanlar doğrusunu yesin diye ürettiğimiz ekmeklerimiz oldu. Ben, Anadolu insanının bir gün ekmeğin gerçek değerini anlamak zorunda kalacağı günleri görüyorum. Ve o gün gelmeden önce, bu topraklardan çıkan; unutulmuş, bozulmuş bir değeri, yeniden hak ettiği yere taşımak için var gücümle çalışıyorum.
Ve Türkiye’nin ekmeği… Bir gün dünyanın en kaliteli ekmeği olarak, bu ülkeyi temsil edecek.
Biz Kersendüz olarak, bunu gerçekleştirecek güce ve kararlılığa sahibiz.
Çünkü biz bunun için 7 yıldır, her gün farklı varyasyonlarda denemeler yapıyoruz. Ve o denemelerde o kadar çok başarısızlık, gözyaşı ve yalnızlık var ki…
Maliyetinin altında sattığımız, sadece insanlar doğrusunu yesin diye ürettiğimiz ekmeklerimiz oldu. Ben, Anadolu insanının bir gün ekmeğin gerçek değerini anlamak zorunda kalacağı günleri görüyorum. Ve o gün gelmeden önce, bu topraklardan çıkan; unutulmuş, bozulmuş bir değeri, yeniden hak ettiği yere taşımak için var gücümle çalışıyorum.
Ve Türkiye’nin ekmeği… Bir gün dünyanın en kaliteli ekmeği olarak, bu ülkeyi temsil edecek.
Biz Kersendüz olarak, bunu gerçekleştirecek güce ve kararlılığa sahibiz.
Çünkü biz bunun için 7 yıldır, her gün farklı varyasyonlarda denemeler yapıyoruz. Ve o denemelerde o kadar çok başarısızlık, gözyaşı ve yalnızlık var ki…
Zirve yalnızlık getirir.
Ben de o yalnızlığın sebebini biliyor ve onu verene şükrediyorum. Bir gün, Türkiye’nin ekmeğini herkes anlayacak ve hak ettiği değeri ona gösterecek. Belki 100 yıl sonra… Ama bir gün, bu mücadelem anlaşılacak.
Ve ben o gün için… Her gün vazgeçmemeyi seçiyorum.